O dönemde Osmanlı’yı bölüp parçalamak isteyen azınlıklar Türk’e kin, nefret ve öç alma duygusu halindeydiler. Bu günde Türk’e aynı kin, nefret ve öç almak isteyen iktidar sahipleri vardır.
Unutulmasın ki Padişah saltanatın sahibidir. Bu gün ise saltanat Anayasanındır. Asıl vahim olan durum ise Anayasa’nın Türk’ü koruması gerekirken, Türk Anayasa’yı korumak zorundadır.
Bu gün yaşanan olayları iyi analiz etmek için Osmanlı’nın son dönemlerine gitmemiz gerekmektedir. Dikkatle inceleyiniz birçok ortak nokta bulacaksınız…
Osmanlı koca cihan imparatorluğu olduğundan bünyesinde birçok din ve milletten tebaa bulunmaktaydı. Toprakları genişletmek ve sınırların güvenliği için azınlıklara güvenilmemekte ve orduları tamamen Türklerden oluşmaktaydı. Türkler cephelerde Osmanlı tebaasının canlarını, mallarını ve namuslarını korurken Osmanlı’nın azınlık tebaası ise siyasetle, ticaretle, sanatla uğraşıyor devlet görevlerinde üst düzey yönetimlere kadar geliyor, mallarına mal, paralarına para katıyordu. Arnavut, Bulgar, Boşnak, Yahudi ve daha birçok azınlık özellikle Ermeniler devlette ve ticarette en üst makamlara geliyor devlet içinde örgütlenmeye, yayılmaya hızla devam ediyorlardı. Daha 1882 yılında her azınlık kendine bir harita hazırlamış Osmanlı’nın yıkılışından sonra buraları almak için İngiliz ve Fransız hükümetlerine bunu kabul ettirmeye çalışıyorlardı.
Devlet görevlerinde ve zengin zümreyi genelde azınlıklar oluşturduğu için fakir veya köylerde yaşayan Türkler küçümseniyordu. 2’inci Abdülhamit Hanı bile çileden çıkartan bir olay söz konusu olmuştur. 2’inci Abdülhamit zamanında saray bahçesinde cereyan eden şu olay ibret vericidir:
Saray görevlisi bir Arnavut, bahçıvanlık yapan bir Türk’e özündeki bozuk mayası icabı ‘Pis Türk’ diye bağırır. Sarayın penceresinden bu hakarete şahit olan İslam Halifesi 2’inci Abdülhamit Han, Arnavut görevliye seslenerek “Unutma ki bende Türk’üm” diye cevap verir. Henüz Arnavut görevliyi cezalandırıp cezalandırmadığı hakkında bir belge yoktur.
Başka bir olay ise Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa Valiliği sırasında meydana gelir. Paşa, Bursa Valiliğine bağlı kazaları teftişe çıkar. O zamanlar Osmanlı tebaasına dahil tüm azınlıklar etnik kökenlerini söyleyebiliyorlardı. Fakat İmparatorluğun asil unsurunu teşkil eden Türkler bunu sanki ayıpmış ya da biri ceza verecekmiş gibi saklarlardı. Bursa o tarihte bir iskan ve göçmenler bölgesiydi. Paşa uğradığı bir kasabada halkla sohbet ederken karşısındakilerin kökenini sorar. Herkes -göğsünü gere gere-‘Boşnakım, Arnavutum, Gürcüyüm, Çerkezim’ der. Sıra oranın yerlisi olduğu belli olan soluk bir ihtiyara geldiğinde adamcağız ezile büzüle; “Türküm efendim” der. Bunun üzerinde Paşa; “Niçin saklıyorsun öyle?” diye sorar, “Türk olmak kabahat mi? Bak ben de Türküm” adamcağız sevinerek “Sahi mi Paşa? Sende Türk müsün? Demek Türk’ten de Paşa olurmuş ha?..” cevabını verince Ahmet Vefik Paşa’nın gözleri dolar. “Paşa da kim oluyor. Türk’ten Padişah çıkar Padişah anladın mı?” dedikten sonra rahatça ağlayabilmek için tenha bir yere gider.
Evet, fütuhatları yapan, imparatorluklar kuran ve 600 yıldan fazla yaşatan, dünyanın sitayişle bahsettiği Türk Milleti öz yurdunda hor ve hakir görülüyordu. Devletin külfeti Türk’e, nimeti ise –ötekilerine- azınlıklara düşmüştü.
O zamanlarda azınlıklar dernekler, vakıflar kurmuşlar, cemaatleri de arkalarına alarak çeşitli eylem ve entrikalarla Osmanlı’nın kuyusunu kazıyor, Türk’ü yok etmenin planını yapıyorlardı.
Bir kısım Türk şahsiyetini de hürriyet ve müsavat gibi teranelerle planlarına dahil eden etnik gruplar ve onları her fırsatta teşvik eden, tahrik eden Fransız, İngiliz ve Moskof gayelerine ulaşmış, vakitsiz olarak 1’inci Meşrutiyeti ilan etmişlerdi.
Kurulan Meclis-i Mebusan’ın çoğunluğu azınlıklar ve Gayri Türklerden oluşmaktaydı. Bu gün bize Hürriyet Kahramanı olarak yutturulan o günün sadrazamı Mithat Paşa şükerası öyle bir Kanun-i Esası yapmışlardır ki; bu taslağı gören 2’inci Abdülhamit; ‘Paşa Paşa!... Bu Kanun-i Esası yürürlüğe girerse milletimin hakimiyet hakkı ne olacak’ diye bağırır. Meclis-i Mebusan demode silahlı, eğitimi noksan bir orduya sahip olan Türkiye Devletini meşhur Türk-Rus 93 Moskof savaşına itmiştir. Elinden yetkileri alınan Abdülhamit Han, bütün gücüyle direnmişse de imparatorluğun felaketini hazırlayan Rumeli’nin kaybına ve doğuda Kars, Ardahan ve Erzurum gibi vilayetlerin elden çıkmasına, milyonlarca vatan evladının can vermesine sebebiyet veren bu savaşı önleyememiştir.
Mithat Paşa’nın bu ihanet kokan ve pervasız savaşı ayrıca yeni yeni sesleri çıkan Ermeni hareketlerinin de elini güçlendirmiştir.
O tarihlerde Meclis-i Mebusan’a ‘Azınlıklar Meclisi’ denildiği Türk Aydınları tarafından bilinirdi. Devleti harbe iten azınlıklar meclisi bu savaşta Türk Devleti’nin zararla çıkacaklarını kesin olarak biliyorlardı. Zaten başlıca arzuları da bu idi. Bu kendi milletinin istiklali için gerekli görülen kaçınılmaz şartlardandı. Osmanlı’nın azınlık tebaası kendi devletlerini meydana getirmenin en büyük şartı olarak Türk kanının oluk oluk akmasının gerektiğini biliyorlardı. Öyle de oldu.
Felaketler birbirini kovalamış, Birinci ve İkinci Balkan Savaşları memleketi harap ederken her kafadan bir ses çıkıyordu. Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımları adeta birbiriyle çarpışıyordu.
Osmanlıcılık akımlarına yapışanların çoğunluğu ve İslamcılık akımına kapılanların üst düzey kısmı ortaya attıkları fikirlerde hiç de samimi değillerdi.
Bu fikirleri paravan olarak kullanıyor, aslında azınlık ırkçılığı ve Türk düşmanlığı yapıyorlardı.
Osmanlıcılar ve İslamcılar akımının içinde hatırı sayılır birkaç Ermeni, Arap, Arnavut ve Türk olmayan Yahudi’nin de olduğu bu gün de bilinmektedir.
‘Büyük Şair Merhum Mehmet Akif Ersoy’da İslamcılar grubuna dahildi. Ancak yılların getirdiği ızdırap ve felaketler, azınlık ırkçılarının tutumu Mehmet Akif’in kafasında inkılâp yaratmış, İngiltere’nin desteği ile Yunan Palikaryalarının İzmir’e çıkmasını fırsat bilen yerli Rumlar, Türk halkına karşı katliam ve zulme yönelmişlerdi.
Buna; ‘Vah tüh’ demekten fazla bir şey yapmayan Osmanlıcılar ve İslamcıların bu tavrına sinirlenen Akif şu olaydan sonra niyetini açıklar ve tarafını belirler:
‘Beş-on arkadaş toplanmış, Rum mezalimini konuşuyorduk. Bir kişi telaşla içeri girdi. Asırlarca Türk Milletinin nimeti ile perverde olan yerli Rumların, Türk haklına karşı giriştikleri hunharca zulümlerden söz etti. O koca Akif birden haykırdı “Orada derhal bir Türk Ocağı açınız” deyince Merhum Akif ile birlikte toplantıya gelen zevat hayret içinde “Üstat sen de mi?” demesiyle Akif, “Evet, ben de” diyerek kararını açıklıyordu. Bundan sonra gerçekleri bütün açıklığı ile gören, ihanet ve suikastların şahidi olarak olgunlaşan Mehmet Akif karşımızdadır. O artık gerçek anlamıyla bir milliyetçidir. Artık Türk Milletine hitap ediyor…’
Hasan Basri Çantay’ın Merhum Akifname isimli eserinden aktardığı bu olaydan sonra yazılarında ve şiirlerinde Bayraklaşan Akif’i görmekteyiz.
‘Bir zamanlar biz de Millet,
hem nasıl illetmişiz;
Gelmişiz dünyaya
millet nedir Öğretmişiz!..’
Hadiseler birbiri ardına olurken Halife’nin Cihad-ı Ekber ilanına rağmen Müslüman milletler bu fermana duyarsız kalmakla yetinmeyip yer yer düşmanla da iş birliği yapmış Türklere saldırmışlardır.
Türk-İslam düşmanı işgalcilere karşı İslam’ın şerefini korumak bir avuç Türk’e kalmış, Allah’ın lütfu inayetiyle, bu kaostan güçlenen düşmana karşı Türkler muzaffer olmuşlardır.
O tarihte Osmanlıcılar Türk’ü yok saymakta, İslamcılar ise hakir görmekteydiler. Bu gün Akif’e İslamcıydı yakıştırmasını yapanlara tokadı Akif’in kendisi atmakta.
İstiklal Marşı’nı Büyük Türk Milletine armağan eden o ölümsüz eseri yazan; İslam erdem ve fazileti, Türk’ün gücü ve damarlarındaki cevherin şahlanması sonucu çıkmış koca bir yürek sahibidir ancak.
Bunu hiçbir dille ve dinle anlatacak kişi yoktur. Bu Allah’ın Akif’e ilhamıyla yazdırmasıdır.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.
Daha önceleri ‘Milliyet’ kelimesinden bahsetmekten bile kaçınan Akif, ‘Irk’ kelimesini kullanmakta hiçbir sakınca görmemiştir.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
Şimdi soruyorum; uyanmamız için illa bir musibetle mi karşılaşmamız lazım? Halbuki ısrarla ‘Felaket kapıyı çalmadan kucaklaşalım, kaynaşalım, aynı milletin çocukları olmanın idrakine varalım ve Türk Birliği etrafında birleşelim’ diyorum. Bırakın sağı, solu… Azeri’yi, Özbek’i. Bunları gömlek saydık, alın size Türk giysisi (Ateşten gömlek)
Kaderde, kıvançta, kutsal değerlerde, vatanın ve milletin bölünmezliği inancında birleşen her Türk vatandaşına sesleniyor, kutsal davanın saflarına çağırıyorum.
Alın uyku TOKADI Akif’ten;
Vatanın takadı yoktur yeniden ihmale;
Doludizgin gidiyor, baksana izmihlale!
Ey Cemaat, uyanın elverir artık uyku!
Yok mu sizlerde vatan namına hiçbir duygu?
Düşmeden pençesinin altına istikbalin,
Biliniz kadrini hürriyetin, istiklâlin.
Günümüzde de boy gösteren bu akımlar ve onları kukla gibi kullanan cemaatler; Türk Milletinin değer yargılarıyla oynuyor, fikir adamlarına ve önderlerine eziyet ediyor aydınlarını bir şekilde susturuyor.
Niyetleri Osmanlı zamanında yükselerek tüm dünyaya kafa tutan Türk Milliyetçiliğini bastırmak. Türkçülük akımını yok etmektir. İstedikleri ılımlı İslam adı altında sahte bir din yaratmış olan İslamcılık hareketini azdırmak ve Osmanlıcılık sapkınlığıyla halkın kafasını bulandırmaktır.
Afrasyap’ın soyu Türklükle Şereflenmiş, İslam’la yücelmiştir.
Bizler birbirimize; faşist, komünist, sağcı, solcu, dinli, dinsiz diye saldırırken ‘ASIL DİNSİZ’ bu akım yapıyor yapacağını.
Sorarım size bu ülkede faşizm ile komünizm ile solculuk ile sağcılık ile suçlanarak çile çektirilenler var mı? Peki, kapitalist diye ceza alan bir tek kişi gösterin. O halde aramızda kapitalist yok. O zaman batı bize kötüyü dayatmış kendisine yararlı olan iyiyi kendisi kullanmış. Biz hala birbirimizi boğazlarken kapitalizm sömürü zihniyetiyle malına mal, parasına para katmaya devam ediyor.
Ne oldu bize de bu hale düştük. Türk demek ne zaman ayıp oldu. Kürt, Ermeni ve diğerleri Televizyonlarda bizim aydınlarımıza hakaret ederken bizim sesimiz neden çıkmıyor?
Açık ve aleni ortada olan Ermeni Diasporasının ve onun iş birlikçilerinin öldürdüğü ve hatta kendisinin de kendi ülküleri için ölümü bile bile kabul ettiği Hrant Dink diye biri ölüyor ‘Vah tüh. Ne iyi adamdı’ diyoruz… Kendini bilmez birkaç soysuz da çıkıyor ‘Ben Ermeniyim’ diyor. Bana ne sen zaten Türk olamazsın ki ne olursan ol…
Bir de ortada duran bir vahşet varken Ermenistan Sınır Kapısını açmaya çalışıyorlar. Hani Karabağ, hani Azerbaycan… Hani siz Türk’tünüz yalan mıydı? Ermenistan kapısından bir Ermeni içeri girsin ne olur düşünüyor musunuz? Yoksa isteğiniz mi bu? Siz sınır kapısını açacaksınız Ermenistan bizlerin sayesinde kazanç sağlayacak. Zenginleşecek belki de gelip ülkemizde bankalar satın alırlar belli mi olur? Hayırdır dedelerinizin torunlarına yardım etmek için baya iştahlısınız?
Ya Azerbaycan, Türkiye Türklerinin veremediği dersi Azerbaycan verecek… Azerbaycan Türkünün Türkiye Türküne hiçbir kötü tavrı olamaz. Onun tavrı size, zihniyetinize ve sizi idare edenleredir.
Hey, duyun lidercikler!... İlham Aliyev bir Türk Lideridir.

Bu olaylar bize Türkün ve Türklüğün tescilinin bir bir bu topraklardan yok edilmeye çalışıldığını göstermekte.
Osmanlı’yı da bölen ve parçalayanların torunları olan iktidar sahipleri çok iyi biliyorlar ki; Atatürk bir daha gelmeyecek… Bu yüzden rahat rahat hareket ediyorlar.
Mustafaları hapse attırabilirsiniz. Lakin iyi biliniz ki; Türkte ne Mustafa tükenir ne Kemal… Tek tek tutuklasanız bile Mustafa Kemaller tükenmez.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun
İhsan Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder